Yunus'un hem varlığında hem de yokluğunda güç alıp ona destek sağlayan iki şey vardı; İsmail ve Sitare. Şimdi biraz bunlardan bahsetmek istiyorum.
Yunus Sitare ile Ucasar'da tanışmıştı. Henüz 19 yaşındayken üç gün onların köyünde kalıp Sitare ile koyun otlatmıştı. Bu üç gün birbirlerini tanımalarına yetmişti. Sitare okuma yazma iyi biliyordu ve her konunun derinine inip iyi yorum yapabiliyordu ve Yunus'u kendine çokça hayran bırakabiliyordu. Yunus Sitare'yi en çokta bu yüzden sevmişti.
Sitare'yi Yunus'un tanıdığı kadar tanımıyorum elbette. Ama bir kadın düşünün, bütün olumsuzlukların içinde olumlu tek düşünce, karanlığa ışık, kıtlığa bolluk, akıla fikir ve kalbe ferahlık olabilmiş. Yunus için gayet sağlam bir güç kaynağı olabilmiş. Hatta manevi gücü o kadar yüksekmiş ki Yunus'un onsuz geçirdiği günler için en büyük umudu olmuş.
Kitabın bir bölümünde şöyle geçmektedir;
"... mestlik yürekten gönüle, candan ruha yükseldiğinde, yıldızım güneşe durdu. Yıllar sonra Tapduk Sultan'ımın eşiğinde oldu bu. Yıldız, ışığını güneşe verdi, bende yıldızımı güneşte kaybettim."
Yunus bu sözleri Sitare öldükten sonra söyler. O da bilir ki yıldızlar ışığını güneşten alırlar. Burada yıldız insan yani Sitare, güneşte Allah'tır. Biz insanlar güzelliğimizi Allah'ın bize bahşettiği zerre miktarda nurdan alırız. Ve biz kimi seversek aslında Allah'ı sevmiş oluruz. Allah'ın güzelliğinden bir parçaya gönül veririz. Öldüğümüz zaman ise Allah'ın verdiği güzelliği Allah'a teslim ederiz. Yunus'ta bu olayın farkına Sitare öldükten sonra varır. Yunus aslında Allah'ın zerre miktarda güzelliğini sevdiğini fakat Allah'ın güzelliğinin daha büyük olduğunu anlayınca bir sevgisine bin katar ve daha büyük bir aşka sahip olur. Bir bakıma hem Sitare'nin sevgisini kaybetmez hem de Allah sevgisini.
Yunus oğlu İsmail'i köyde bırakıp dergaha gittiği vakit aklı hep ondadır aslında. Ve Hacı Bektaş'ın dergahına giremeyip Tapduk dergahına gitmeyip oğlunu aramıştır. Ama oğlunun bundan hiç haberi olmamıştır. İsmail kaçırıldıktan sonra köle pazarında bir cellada satılır. Adıda Samuel olur. On yaşlarındaki bir çocuk için yaşadıkları hiçte kolay olmamıştır. Bir celladın yanında cellatlık öğrenmiştir. Bir insana acı çektirmekten gocunmuyor sıradan bir işmiş gibi yapıyordur bunu. Ama ne yazık ki gün geçtikçe kalbindeki Allah ve baba sevgisi gittikçe azalıyordur. "Allah zorda olan kuluna yardım eder" sözüne güvenir ve bulunduğu durumdan kurtulmak için sürekli dua eder. Başını okşayıp ona şevkat gösterecek bir baba arar. Ama yıllar boyu bir değişen olmayınca hem Allah'tan hem de babasından ümidi keser. Yine de yıllar boyu babasının onu bulacağı ümidini kalbinin bir köşesinde saklar. Doğduğu köye gider ve babasından bir iz bulmaya çalışır. Tıpkı babasının yaptığı gibi. Sonuçta birgün belkide hiç beklemedikleri bir şekilde buluşurlar ve az da olsa hayatlarının bir bölümünü birlikte geçirirler.
İsamil'in yaşadıklarını ben de yaşamış olsaydım belki babama karşı ben de aynı duyguları beslerdim. Sonuçta İsmail'de bilemezdi babası Yunus'un bir derviş olacağını ya da bir şekilde onu arayacağını. Ama Allah'a olan inancımı kaybedeceğimi düşünmüyorum. Çünkü "Derdi veren Allah elbette dermanını da verir, bu zor durumda bir şey olduğu yoksa vardır bir bildiği" diye düşünürdüm herhalde. Tabii ki yaşamadan bilemem. Sonuçta her gün olağan bir şeymişçesine insan öldürmek ya da yıllarca anne ve baba sevgisine ihtiyaç duymakta kolay değil.
Sonuç olarak Yunus İsmail'i özleminden ve onu bulma ümidinden , Sitare'nin sonsuz aşkından destek alır ve onları hep yanında hisseder.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder