Kitabın Banan Kattıkları
Kitabın başları sıkıcıydı. Devamının da böyle olacağını düşünüyordum ama sonraları Yunus Emre hayatını anlatmaya başlayınca kitap daha sürükleyici bir hal aldı. Olayların içine kendimi dahil etmeye çalıştım ve anlatılmak istenen derin manayı anlamak istedim. Kitabın bana kattığı en önemli şey ümit duygusuydu. Allah'ın kulları için her zaman açık bir kapı bıraktığını ve hiç bir şey için aslında geç olmadığını tam anlamıyla hissettim. Ya da en kötü durumda bile bir çıkar yol olduğu kanısına bir kez daha vardım.
Yaşantım boyunca "en kötüsü bu" dediğim olayların bile aslında kötü olmadığını anladım. Eşini ve çocuklarını kaybeden bir babayla, anne ve baba sevgisi olamdan büyüyen bir çocuğun hikayesini okudum. Üstelik baba bir dervişti ve çocuk bir cellattı. Çıkarımlarımda Yunus'un Allah yolunda ilerleyişini ve İsmail'in Allah'tan uzaklaşma sürecini de göz önünde bulundurdum.
Kitap bana genel olarak inandırıcı geldi. Tabii bazı olaylar hariç. Mesela Turaçkın'ın elimdeki asayı kılıç gibi kullanarak insan öldürmesi, Geyikli Baba'yla Yunus'un görünmez sohbeti ya da Yunus'un sarı çiçekle konuşması. Onun haricinde oluşturulan olay örgüsünü beğendim. Özellikle Yunus ve İsmail'in bir tesadüf üzerine buluşmasını ya da Yunus ve Sitare'nin tanışma hikayesini güzel buldum. Fakat Hacı Bektaş'ın dergaha her ne olursa olsun insanları kabul edip Yunus'u ikinci kez kabul etmemesini biraz garipsedim. Sonuçta dergahtaki sohbetlerde çokça Allah'ın affedici olduğu ve bir değil bin af kapısı olduğu vurgulanıyor. Allah yolunda olan dergahın neden ikinci kez kabul etmediğini pek kavrayamadım.
Yunus'u önceden şiirlerinden tanırdım. Tapduk Emre'ye mürit olduğunu ve dergaha elif şeklinde odunlar getirdiğini bilirdim. O zaman düz bir odunun eğrisinden farkı olmadığını düşünürdüm. Ama anladım ki Allah yolunda dosdoğru olmak gerekmiş. Sonuçta yanan bir şey bile Allah için dosdoğru yanmalıymış.
Önceleri Yunus'un kolay bir hayat geçirdiğini sanırıdım. Yani babasının da büyük ihtimalle derviş olduğunu sanırdım. Hatta çok iyi eğitim gördüğünü düşünürdüm. Çünkü böylesi etkileyici şiirleri ancak öğrenemiş, ilim görmüş biri yazabilir diye düşünürdüm. Oysaki Yunus dergahta öğrenmiş ilimini. Bu kitap bana çok önemli bir şair hakkında iyi bir yol gösterici oldu.
Önceleri bir dervişin hayatının sıradan bir insana göre daha kolay olduğunu düşünürdüm. Hem tüm vaktini ibadetle geçirip hem Allah'ın sevgili kulu olmayı haksızlık sanırdım Yunus gibi. Ama kitap bu düşüncemi tamamıyla değiştirdi. Bir insanın derviş olması için iyi bir mürit olması gerektiğini öğrendim. Mürit olması için de iyi bir mürşitten ilim görmesi şartmış. Tabii ki mürşit müritle Allah arasına giremez ama Allah ile olan bağının farkına varmasına ve bu bağın güçlenmesine yardımcı olabilirmiş. Üstelik dervişler hayatının tamamının ibadetle geçirmiyorlarmış. İnsanlara hem maddi hem de manevi destek sağlıyorlarmış.
Tasavvuf sadece zikir ya da ibadet değilmiş. Tasavvuf Allah yolunda kendini geçmek, kendinden bile geçebilmekmiş. Allah ile aranda bir gönül bağı kurmak, bu bağı güzelliklerle döşemekmiş. Maddeden kopup manaya yükselmekmiş. Leyla'dan geçip Mevla'dan geçememekmiş. Tasavvuf aslında bülbülün gülü sevmesiymiş. Mumdan gemilerle ateşten denizden geçmekmiş. Allah aşkı gönülde yanan ateşmiş. İnsan gönül gözüyle bakıp hissedince Allah'ı sevebilirmiş.
Bildiğim tasavvuf olgusunu bu kitapla yıktım. Yunus'a, dervişliğe ve tasavvufla ilgili olan görüşlerimi değitirmemde yarıdmcı oldu.
Yaşantım boyunca "en kötüsü bu" dediğim olayların bile aslında kötü olmadığını anladım. Eşini ve çocuklarını kaybeden bir babayla, anne ve baba sevgisi olamdan büyüyen bir çocuğun hikayesini okudum. Üstelik baba bir dervişti ve çocuk bir cellattı. Çıkarımlarımda Yunus'un Allah yolunda ilerleyişini ve İsmail'in Allah'tan uzaklaşma sürecini de göz önünde bulundurdum.
Kitap bana genel olarak inandırıcı geldi. Tabii bazı olaylar hariç. Mesela Turaçkın'ın elimdeki asayı kılıç gibi kullanarak insan öldürmesi, Geyikli Baba'yla Yunus'un görünmez sohbeti ya da Yunus'un sarı çiçekle konuşması. Onun haricinde oluşturulan olay örgüsünü beğendim. Özellikle Yunus ve İsmail'in bir tesadüf üzerine buluşmasını ya da Yunus ve Sitare'nin tanışma hikayesini güzel buldum. Fakat Hacı Bektaş'ın dergaha her ne olursa olsun insanları kabul edip Yunus'u ikinci kez kabul etmemesini biraz garipsedim. Sonuçta dergahtaki sohbetlerde çokça Allah'ın affedici olduğu ve bir değil bin af kapısı olduğu vurgulanıyor. Allah yolunda olan dergahın neden ikinci kez kabul etmediğini pek kavrayamadım.
Yunus'u önceden şiirlerinden tanırdım. Tapduk Emre'ye mürit olduğunu ve dergaha elif şeklinde odunlar getirdiğini bilirdim. O zaman düz bir odunun eğrisinden farkı olmadığını düşünürdüm. Ama anladım ki Allah yolunda dosdoğru olmak gerekmiş. Sonuçta yanan bir şey bile Allah için dosdoğru yanmalıymış.
Önceleri Yunus'un kolay bir hayat geçirdiğini sanırıdım. Yani babasının da büyük ihtimalle derviş olduğunu sanırdım. Hatta çok iyi eğitim gördüğünü düşünürdüm. Çünkü böylesi etkileyici şiirleri ancak öğrenemiş, ilim görmüş biri yazabilir diye düşünürdüm. Oysaki Yunus dergahta öğrenmiş ilimini. Bu kitap bana çok önemli bir şair hakkında iyi bir yol gösterici oldu.
Önceleri bir dervişin hayatının sıradan bir insana göre daha kolay olduğunu düşünürdüm. Hem tüm vaktini ibadetle geçirip hem Allah'ın sevgili kulu olmayı haksızlık sanırdım Yunus gibi. Ama kitap bu düşüncemi tamamıyla değiştirdi. Bir insanın derviş olması için iyi bir mürit olması gerektiğini öğrendim. Mürit olması için de iyi bir mürşitten ilim görmesi şartmış. Tabii ki mürşit müritle Allah arasına giremez ama Allah ile olan bağının farkına varmasına ve bu bağın güçlenmesine yardımcı olabilirmiş. Üstelik dervişler hayatının tamamının ibadetle geçirmiyorlarmış. İnsanlara hem maddi hem de manevi destek sağlıyorlarmış.
Tasavvuf sadece zikir ya da ibadet değilmiş. Tasavvuf Allah yolunda kendini geçmek, kendinden bile geçebilmekmiş. Allah ile aranda bir gönül bağı kurmak, bu bağı güzelliklerle döşemekmiş. Maddeden kopup manaya yükselmekmiş. Leyla'dan geçip Mevla'dan geçememekmiş. Tasavvuf aslında bülbülün gülü sevmesiymiş. Mumdan gemilerle ateşten denizden geçmekmiş. Allah aşkı gönülde yanan ateşmiş. İnsan gönül gözüyle bakıp hissedince Allah'ı sevebilirmiş.
Bildiğim tasavvuf olgusunu bu kitapla yıktım. Yunus'a, dervişliğe ve tasavvufla ilgili olan görüşlerimi değitirmemde yarıdmcı oldu.